
Yaşadığımız köyden ve sonraları ilçeden çıkar, Fuar'a gelirdik. Fuarın isimleri değişik değişik olan kapıları vardı, hepsini hatırlamıyorum şimdi ama, ikisi aklımda kalmış: Montrö ve Lozan. Ben en çok Lozan Kapısı'nı severdim, daha büyük ve gösterişliydi.
Çok da bozulmayan bir gezi sırası izlerdik. Önce "pavyon"ları gezerdik. Ülke pavyonları, okuldaki acayip sıkıcı coğrafya derslerinden sonra gerçek dünyayı tanıdığımız yerlerdi. SSCB ve ABD pavyonları, o zaman çok da farkında olmadığımız bir yarışın simgeleri olarak en çok aklımda yer edenler olmuş. SSCB pavyonu kapısındaki devasa orak çekici, içindeki uzay yolculuklarını gösteren fotoları ve ıvır zıvırları, makineleri, güzel mankenlerin olduğu defileleri ile sanırım en büyük pavyondu, ya da öyle hatırlıyorum. Bir takım cumhuriyetlerin, hem de sosyalist bir şekilde bir araya gelmiş olması; broşürlerden göründüğü kadarıyla "jivago yaka" gömlekler giymiş kırmızı yanaklı gürbüz kız ve erkeklerin (çekik gözlüler, daha esmerler, çok sarışınlar bir arada görünürdü, rengarenk ve çok çeşitli olurlardı) bir arada eşit ve kardeşçe yaşayıp, uçsuz bucaksız yeşil tarlalarda ya da devasa makinelerin olduğu fabrikalarda çalışması ve üstüne bale ya da spor yapıp kitap okurken uzaya da gidebilmeleri, beni acayip etkilerdi. İşte çocukluğumun sosyalizm tanımı. Yıllar geçerken haberlerde Batı'ya kaçan sanatçıları bilim adamlarını sporcuları her duyuşumda ya da sonra birlik dağıldığında ve bir sürü milliyetçi devlet ortaya çıkıp bir de kendi aralarında savaştıklarında, hep o kırmızı yanaklı gürbüz kız ve erkeklerin nerede olduğunu düşündüm, durdum.
Bir de Pakistan gibi dost ve kardeş olduğu söylenen ülkeler olurdu. İçinde kilimler, kötü paketlenmiş giysiler ve şimdi hatırlamadığım ama hiç bir cazibesi olmayan şeyler bulunan bu pavyonlarda, neden dost ve kardeş ülkelerimizin böyle kötü pavyonları olduğunu düşünür ve sscb ya da abd ya da ingiltere ile dost kardeş olmak isterdim.
Neyse, pavyonlardan sonra, babamın ilaç kadar faydalı olduğunu söylediği Tariş şıralarından içmek için kuyruğa girerdik. Şıranın beni canlandırdığına inanırdım. Ağaçların altında oturup annemin çantaya koyduğu piknik yemeğini yerdik. İnsanları seyrederdik. Sonra bir kaç yıl mini golf oynadığımızı hatırlıyorum. (Mini golfün karşısındaki gazinoda müzik başlamış olurdu. O gazino daha pahalıydı, oraya gitmezdik. Bizim gittiğimiz yer genelde hep Akasyalar Halk Gazinosu oldu. Yemekli masaları ve arkada yemek yemeyecekler için sıraları olurdu. Bülent Ersoy'u bile izlemiştik:p)
Yemekten sonra, paraşüt kulesinden atlayanları seyrederdik. O sırada büyüyünce atlayacağımı düşünürdüm hep ama hiç atlayamadım. Uzun uzun seyrederdik. Ne çok zamanımız varmış. Çığlıklar atılırdı, annem "ay Necdet, ay Necdet!" diye babamın kolunun arkasına saklanırdı. Gül bahçesinden geçer, pavyonlar boyunca söylediğimiz "ah adamlar neler yapıyor"u bu kez gül bahçesini yetiştirebilmiş bahçıvanlarımız için söylerdik. Bir yandan da dondurma yerdik.
Sonra sıra Lunapark'a gelirdi! Lunapark için ne desem az, bir rüyaydı herhalde!
Lunapark da bitince, artık şişmiş ayaklarımızla sürünerek oradan oraya tekrar bakınır, kalabalık kitleyle birlikte kapılara doğru akardık. Babam yerin altından elektrik telleri geçtiğini ve o yüzden çok yorulduğumuzu söylerdi. Elektriği atmak için ara sıra çimenlere bastırırdı bizi. İnanırdık! Uzun kuyruklarda yarı uyur yarı uyanık beklerken fuara gelmiş tanıdıklarla karşılaşılırdı. Yolda mutlaka uyunurdu. Bazen, eve ne zaman girdiğimizi hatırlamazdım bile, ertesi sabah ise geç kalkılır ve komşularla "fuara gittik de" sohbeti yapılırken biz çocuklar kendi aramızda topladığımız broşürlere, çıkartmalara ve acayip bir sürü şeye bakardık. Kağıtlı kesme şeker bile benim için fuarda gördüğüm bir egzantirikliktir mesela:)
GAP diye başlamıştım? Evet, işte o fuar günlerinde GAP pavyonuna da mutlaka uğranırdı. Büyük devasa bir GAP maketi vardı pavyonda. Hangi 20 yılda ne yapılmış olacak, güneydoğu nasıl kalkınacak, nasıl yeşil tarlalarımız olacak gösteren illüstrasyonlar, yarım baraj inşaatı fotoğrafları, başbakan ve devlet büyüklerinin mesajları, kurdeleler... O yıllarda GAP benim için, sovyetler birliğinin hem bale yapan hem sporda madalya kazanan hem tarlada çalışan hem de uzaya gidebilen kırmızı yanaklı gürbüz kızları gibi ulaşılması gereken bir ülkü olmuştu. Büyümek ve önümüzdeki 20 yılda 30 yılda ülke değişirken görev almak için heyecanlanırdım! Öyle uzun bir süre vardı ki önümüzde.. Sanki GAP'ı bitirebilirsek bizim de hayatımız değişecek ve uzaya gidebilecektik:)
No comments:
Post a Comment