Sunday, September 30, 2012

Filmekimi 2012

Mukemmel bir hafta sonuydu. Filmlerle ve Istanbul'la dolu, cok guzel bir hafta sonuydu. Filmekimi basladi. Yillardir, bu mevsim her geldiginde, filmekimi ilanlarina bakar, biletix'te ve gazetelerde filmleri okur, sonra da cok isimiz oldugunu soyleyip bilet almadan mevsimin gecisini izlerdik. Bu yil oyle yapmadik, kendimize bilet aldik. Bu hafta sonu da bes film izledik!

Once filmler:

Dusler Diyari/Beasts of the Southern Wild: Lousiana'da bir nehir deltasinda, selleri onleyecek bentlerin gerisinde, sularin icinde babasiyla yasayan kucuk Cimcime'nin (hushpuppy) hikayesi. Hushpuppy'nin babasi cok hasta, annesi de yillar once gitmis. Buyuk bir firtina, cilgin komsular, eriyen buzullar, tarih oncesi yaratiklar, kucuk kizin cevresinde olup biten korkunc olaylarla basa cikmaya calisirken gercekle duslerin bir birin icine gecmesi.

Meleklerin Payi/Angel's Share: Trainsspotting'e benzeyen, komik bir Ken Loach filmi! Glasgow'da kamu hizmeti cezasina carptirilan bir grup genc suclu insanin hikayesi. Viski tadimlari ve viski hirsizligi, guzel Iskocya manzaralari, heyecanli bir hikaye.

Ask/Amour: Haneke'nin altin palmiyeli filmi. Yasli bir muzik ogretmeni ciftin, sakin duzenli hayatlari, kadinin olumcul hastaligiyla alt ust olur.

Ben,Anna/ I, Anna: bir ingiliz kara film. Uykusuzluk ceken bir komiser, kocasi tarafindan terkedilmis, bekarlar partilerine katilip yeni bir hayat kurmaya calisan gizemli bir kadin. Bir cinayet, gelip giden bir hafiza, yasanmis, yasanmakta olan aci olaylar.

Tepelerin Ardinda/Beyond the Hills: Yetimhanede buyumus iki kizin hikayesi. Kizlardan biri Almanya'dan doner, arkadasini Almanya'ya goturmek istemektedir. Ama arkadasi tepelerdeki bir manastirda rahibe olmustur. Film Romanya'da geciyor. Kizin icinde seytan olduguna inanan manastir sakinleri seytani cikarmaya calisirken akil almaz seyler oluyor.

Butun filmleri begendim. Galiba en cok Dusler Diyarinda ve Meleklerin Payi'ni. Ask cok yurek paralayiciydi, Tepelerin Ardinda ise biraz uzundu. Ama sinema disinda nerede, iki gun icinde Louisiana'dan Iskocya'ya, oradan Fransa'ya, Romanya'ya, Londra'ya yolculuk yapabilir, kahkahalarla gulerken bir saat icinde kaybedeceklerimizin korkusuyla sarsilip arkasindan "katil kim?" sorusuna atlar ve yumuk gozlerle karanlik salondan disari cikip hayatin guzelligine sasirabilirsiniz? Sonra da aradan bir suru saat gecmis olmasina ragmen aklinizda filmde izlediginiz insanlarin hikayeleri doner durur?

Seyrettigimiz butun filmlerde salonlar hemen tumuyle doluydu, neredeyse hic bos koltuk yoktu..

Haftasonu'nun basrolunde, Istanbul vardi ama.. Hergun kopruden gecmesem Istanbul'da yasadigimi unutabilirim. Ev ve isin tum zamanlari doldurunca, sehri hissetmek cok kolay olmuyor. Bu hafta sonu Istanbul'a da doyduk.

Dun arabayla gitmeyelim dedik, arabayi Carrefour'un onundeki otoparkta birakip metroyla Kadikoy'e indik. Metro cok guzel. Kozyatagi'ndan 14 dakikada Kadikoy'e inebiliyorsunuz. Her sey cok yeni, ortalik sakin, vagonlar guzel ve temiz. Istanbul Kartlarimizi da kullanmis olduk boylece. Kadikoy'den Eminonu Karakoy motorlarina bindik. Subeden ayrildigimdan beri bu motorlara cok seyrek biniyorum. Ne guzel bir manzara sunduklarini unutmusum. Inince balik pazarinda birer hamsi ekmek yiyip tunelle Beyoglu'na ciktik. Ama Beyoglu nasil kalabalikti!! Cumartesimizin kalanini Atlas Sinemasi'nda film izleyip iki film arasinda Istiklal Caddesi ve ara sokaklari turlayarak gecirdik. Oralara ne zaman gitsem kalabalik, insanlarin cesitliligi, hayatin hizi, renkler, isiklar beni buyuluyor.

Son film bittiginde, saat 12'ye geliyordu, tarifelerden bildigimiz kadariyla da herhangi bir vapur veya motoru yakalamak mumkun olmayacakti. Dolmus kuyrugu urkutucuydu, biz de taksiye binelim dedik. Gonulsuzce bizi alan ve karsiya gitmeyi sevmedigini soyleyen bir soforun taksisinde bir saat gecirdikten sonra ancak Zincirlikuyu'ya gelebilmistik. Kendimizi disari atip metrobuse indik. Ama metrobus duragi ne kalabalikti!!! Hic binemeyecegimizi dusunurken, arka arkaya gelen iki taneden birine binebildik ve metrobusun nasil da hizli gittigine hayret ederek trafikte ilerledik. Butun maceralardan sonra eve geldigimizde saat iki olmak uzereydi. Arada, Kozyatagi'nda bir otomobilin polis otosunu atlatmak icin ters yone de girerek yaptigi tehlikeli hareketleri ve takip sahnesini, bindigimiz minibusteki agir icki kokusu ve dilleri dolasan bir adamlar toplulugunu, metrobus yolculugu boyunca aglayan, herkesi susturmak icin seferber oldugu yasli adam suratli bebegi, Carrefour otoparkinda kilitli kalisimizi ve bahcede oradan oraya gidisimizi yazmasam olmazdi. Eve geldigimizde cok yorgun ama coooooook keyifliydim, ruyamda otuziki kisim tekmili birden Istanbul'u ve sinema salonlarini gordum.

Bu aksam motorla donerken Istanbul yine oyle guzel oyle guzeldi ki, cogunu icimden birazini da disimdan Istanbul Kafdagi'nin ardindadir'i soyledim yediyuzbininci kere!



No comments: