
Kalabalık alışveriş merkezinin merdivenlerinden zor sıyrıldım, sinemanın kapısındayım. Mısır ve su. Her şey hazır.
H12 diyorum çocuğa, iki sıra üstte sıra başını gösteriyor. Sıra başındaki koltuğa oturuyorum. Yanımda oturan yaşlı amca “hanım bu yalnız, bu tarafa sen geç” diyor. Yaşlı amcanın hanımı benim tarafımdaki koltuğa oturuyor.
Teyzeden yana ilk fark ettiğim, bir koku. Eski bir koku, hafif nem, hafif küf, bolca temizlik, sabun tozu, eskimiş ev, eskimiş eşya kokusu. Bir kokunun beni sinemadan alıp anneannemin evine, oradan büyük teyzelerin evlerine, çocukken yapılmış komşu gezilerine, ölülerin ardından yapılan sessiz ziyaretlere, sıkı sıkı sarılırken kemikleri batan teyzelere, mecburen öpülen sıcak, yumuşak, kuru ve buruşuk ellere alıp götürmesi normal mi?
Kokuyu iyice içime çekip sinemaya dönüyorum.
Teyze ufacık, derin sinema koltuğunda arkasına yaslanamıyor. Koltuğun ortasına oturmuş, ayakları çocuklar gibi sallanıyor havada. Bana bakıp kıpırdanıyor. Mantosunu ve eşarbını çıkarmamış.
Reklâmlar başlıyor. Yeni Rakı, “İnleyen Nağmeler” şarkısı ve enfes Boğaz manzaraları eşliğinde rakıya davet ediyor hepimizi. Teyze kıpırdanıyor. İzleyen reklâm Bacardi, yarı çıplak kızlar Bacardiyle coşuyor. Teyze kıpırdanıyor. Ayakları minik minik. Kocası sessiz, konuşmuyorlar. Bir banka reklâmı, sonra George Clooney ve Martini reklâmı. Teyze ayaklarını sallıyor ve cık cıklıyor yanımda. Tarikat filminin öncesinde inanılmaz bir seçki.
Teyzeyle kocasının neden geldiğini düşünüyorum bir yandan. Koca salonda öyle ayrık duruyorlar ki!
Evden nasıl çıktıklarını düşünüyorum. Kocası kapıda dikilip beklemiş olmalı, teyze hala mutfak çeşmesini kontrol edip terlikleri dizer ve eşarbını bağlarken. Evde temizlik ve nem kokusu iyice yerleşmiş, beyaz örtüler, yeşil kadife koltuk takımı ve Telefunken televizyon. Tozsuz.
Torunlarının filmde oynadığını hayal ediyorum. Aslında hiç istememişlerdi saçını uzatıp öyle kız gibi gezmesini, ama annesi dedi ki mübarek bir filmde oynamış. Geldiler.
Teyze bana kızıyor içinden. Yalnız gelmem yetmiyormuş gibi ezan sahnesinde mısır yiyorum. Bana dönüp kıpırdanıyor. Ayakları havada. Gece belinin ağrıyacağını düşünüyorum ben o sırada. Sonra teyzeyi kızdırmamak için mısır yemeyi bırakıyorum.
Ara. Teyze kocasına bir şeyler söylüyor. Koca sessiz, taş gibi, bir homurtu çıkıyor ağzından. (Gençken de böyleydi.) Ama, diyor teyze, ben gitsem bari? Gidiyor. Geldiğinde elinde bir kutu mısır.
İkinci yarıda teyzeyle çıtır pıtır mısır yiyoruz. Teyzenin ayakları hep havada. Zikir sahnelerinde daha kıpırdak. Torunun oradaki uzun saçlı müritlerden biri olduğunu hayal ediyorum.
Film bitince kalabalık alışveriş merkezinde kocasının peşinden hafif koşarak gidecek. Sessiz evleri onları bekliyor olacak. Kızı aramalı, nasıl bulduğunu sormalı. Mutfakta güllü tabaklarda sessiz bir yemek yenecek. Yoğurtlu pilav. Ne zamandır daha fazlasını yapamıyor, yapmıyor. Ayaklar mutlaka bir yere uzatılmalı. Sinema ve sonra otobüs çok ağrıttı.
Bense eve dönüyorum, aklımda teyze, çocukluk, kocası, anılar, kolalı örtüler ve bir sürü şey.
No comments:
Post a Comment